Cuma, Ekim 26

İtalya'dan Lezzet Kareleri

Geçtiğimiz günlerde İtalya'daki balık restaurantlarından bahsedeceğimi söylemiştim şimdi bu sözümü tutuyorum. Fakat tabii ki İtalya deyince dünyaca meşhur makarnasından, dondurmasından ve de tiramisusundan bahsetmeden olmaz.

Açıkçası yazıya başlamadan evvel harika görüntülerini izlediğiniz lezzetlerinin de bir o kadar harika olduğunu söyleyebileceğim bu balıkların ve restaurantların yerleşkesi hakkında size bazı linkler vermek için araştırdım ama ne yazıkki ya bir kısmı ingilizce idi ya da benim söylemek istediklerimi söylemiyordu. Yani iş başa düştü...


Efendim İtalya'nin tarihi kadar önemli ve dünya jetsetinin de sayfiye evlerinin yer aldığı gölleri var birçoğunuzca malum. Benim de ilk İtalya seyahatim bu göllerden en bilineni ve en önemlisi diyebileceğim Como gölüne olmuştu. Herşeyiyle ama herşeyiyle mükemmel bir üç gün geçirdim Como'da. Güzel bir hatırası var ben de. Bir ara fırsat bulduğunuzda siz de en azından internet üzerinden tanımaya çalışın derim. En önemli mekanlarından biri Villa D'este oteli. Eğer bu linke tıklarsanaız size hem otel hem de göl hakkında bazı ayrıntılar verecektir. İmkanlarınız el verir ise konaklayın ama eğer konaklayamıyorsanız da gün batımızda muhakkak bir şeyler için bahçesinde. Eğer değişmedi ise bir piyanodan hoş nağmeler eşlik edecektir o anlarınıza...


İkinci kez İtalya'ya gidişimde ise Garda Gölü'nin konuğu idim ve son dört yıldır da olmaya devam ediyorum. Garda'nın etrafında da pek çok konaklanacak yer mevcut ve iki önemli tarihi kasaba. Biri Sirmione diğeri ise Peschiera. İşte bu yıl biz iki akşam Peschiera'daki en önemli diyebileceğim iki balık lokantasına konuk olduk İtalyan arkadaşlarımızın davetlisi olarak. Birazdan bu balık lokantaları ile ilgili ayrıntılı bilgi vermeye çalışacağım ama Garda gölünde konakladığımız otele dönmek istiyorum.


Villagio Touristico bir apart otel. Konforlu sayılmaz aslında ama biz çok memnunuz. Çünkü orada dostlarımız var. Piedro&Sene ve tabii onların melekleri Yakup. Piedro otelin restaurantını işletiyor. Hayatımda içtiğim en güzel sebze çorbasını yapıyor. Ne istersek onu pişiriyor. Bize özel ... Sohbeti de cabası ... Bu sefer unuttum ama önümüzdeki yıl size bu çorbanın hem görüntülerini hem de tarifini getireceğim. Yalnız küçük bir tüyo vereyim için de balkabağı da var . Piedro bizi görür görmez masaya önce bir Pellegrino şişesi getirir ve özel zeytinyağı, özel balsamico ve özel parmesan ile sıcacık somun ekmekler. Biz çukurca bir kaba zeytinyağını boca eder, içine balsamic doldurur ve parmesan ile süsleriz. Buna banıp yediğimiz ekmeğin tadı da bir başka olur inanın.

Piedronun masası ve Piedro&Sene'nin minik oğulları Yakup.



İlk gittiğimiz balık lokantası gölün içinde dubaların üzerinde bir klübeye benziyordu. İtiraf edeyim içimden salaş bir yer olduğunu düşündüm. İçeriye girince ise şaşırdım. Zira çok lüks bir yerdi. Mekanın sol tarafında kocaman bir barbekü vardı ve devamlı içine odun atıyorlardı. Bu barbeküyü yuvarlak demirlerle sarmalamışlar ve balıkları bu ızgaralar üzerinde pişiriyorlardı bzie çok enteresan geldi. Hatta fotoğrafını da çektim ama biraz karanlık umarım anlaybilirsiniz. Masalarımızda salçalı ve zeytinyağlı soslar bulunuyordu. Nedeni çiğ sebzelerimizi bu sebzelere batırarak yememizi istemeleri. Kereviz sapları, rezeneler, taze soğanlar vs. Servis de lezzet de çok iyiydi. Hatta yemeğin sonunda türk çayı yapmak için ortalığı batırmamıza dahi büyük anlayış gösterdiler. Balık olarak somon ve bir göl balığı geldi. Balıkları 4 kişi bir den ayıkladı. En son kişi üzerlerine zeytinyağı gezdirmek ile görevli idi. Bu restaurantın tatlı bölümü bizi memnun etmedi. Tiramisu yu aşağıda göreceksiniz. Ben hiç beğenmedim ve yemedim.


İkinci akşam yine gölü gördüğümüz fakat karada olan bir restaurant da idik. Burası tipik bir restaurant idi diğerine nazaran dekorasyon açısından bu nedenle yine itiraf edeyim diğerinden daha az memnun kalkacağımızı düşünmüştüm. Masanın üzerindeki iki detay çok hoştu. Biri gümüş yemek takımları diğeri de gümüş vazo içindeki antoryumlar. Bütün bir gece bu çiçeğin ismini hatırlayamamış olsam da şu an biliyorum. Her iki restaurantda da bize balıkdan evvel giriş için makarna mı yoksa risotto mu yiyeceğimizi sorduklarını da belirteyim. Biz her ikisinden de bir miktar tatmak istedik. Elbette ki hem makarna hem de risotto deniz mahsullü idi. İnanılmaz lezzetli idi. parmaklarımızı yedik. Hele risotto. Beni tanıyanlar risottoyu ne kadar sevdiğimi bilirler. Ben bayıldım arkadaşlar. İlk akşam antreler de açık büfe idi herkes damak tadına göre birşeyler yedi. İkinci akşam ise önden fotoğrafını gördüğünüz kızarmış ekmek üzerinde bizim karides güveç tadında karides arkasından da domates ve roka eşliğinde didiklenmiş yengeç eti geldi. İnanın abartmıyorum ama sanki bir lezzet şöleninde idik. O andan itibaren önümüze gelen herşeyi mutlaka tatmaya karar verdik... Ana yemeğimiz karışık kızartma balıkdı. Arada küçük şefaf balık tava da geldi ama balıklar o kadar şeffafdı ki ben yiyemedim.


Ve tatlılar... Kestane püresi bir ağaç kovuğu halien getirilmiş üzerindeki kremşantiye ise gül deseni yapılmışdı. Çok başarılı idi. Özel seçilmiş minicik çileklerin üzerindeki dondurma da enfesdi.


Arkasından kahveli makaronlar ile likör ikramına geçtiler ... Efendim bir lezzet şöleni idi ama nihayetlendi...

Hiç yorum yok: